Onur krizi

Onurun daha az önemsendiği bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Daha çok önemsenmesi başka problemlere yol açabilirken; daha az önemsenmesi daha başka problemlere yol açabiliyor. Daha geleneksel toplumlarda onurun daha çok önemsendiği söylenebilir. İnsanlar onuru için yaşadığını ifade eder. Bulunduğu yerden göç edebilir. Hatta cana yıkabilirdi. Özellikle günümüzde bize karşı yapılan onur kırıcı davranışları daha fazla alttan alıyoruz. Çıkarımızı daha çok düşündüğümüz için mi; yoksa daha sağduyulu olduğumuz için mi tartışılabilir. Benim kendi gözlemlerim doğrultusunda bu her iki neden olsa da daha çok birincisinin ağır bastığı yönündedir.

Doğrusu insan ilişkileri çok karmaşık. Lineer bir ilişki, yani düz bir mantık yok. İşin içine arkadaşlık-aile ilişkileri, eş-dost-akraba, ticari ilişkiler, karşılıklı birbirine muhtaç olmalar giriyor. Hal böyle olunca direkt olmak istediğin gibi davranamıyorsun. Sana karşı yapılan hakaretleri görmezden gelebiliyorsun. İşin bir diğer yönü de yetki meselesi olabilir. Celallensen de elinden çok bir şey gelmediğini düşündüğün için sessiz kalıyorsun. Aslında onur meselesi biraz farklı da olabilir. Sen kendi imkanlarınla karşıdakine tepki koyuyorsun. Küsüyorsun, ilişkilerini gözden geçiriyorsun.  Bunun böyle olmayacağını söylüyorsun. Dolayısıyla bir işçi de amirine onuru için düşündüğü bir tepkiyi koyabilir. Mesela işinden ayrılabilir. İşte burada işten ayrılırsam ne olur, nasıl geçinirim, yeniden iş bulabilir miyim şeklinde sorular  vereceğin tepkiyi engelliyor.

Onur meselesi eşler arasında bile önemsenmez hale geldi. Kadının erkeğin onurunu; erkeğin kadının onurunu koruması gerekir. Hâlbuki bayan erkeği, erkek de bayanı görmezden gelebiliyor. Birbirinden habersiz kararlar alıp uygulanabiliyorlar. Karşılıklı hakaretler olabiliyor. Şiddet hiç de az değil. Bireysel hareket ediliyor. “Hayatıma karışamazsın” diyebiliyor. Onurlar zedelenince ayrılıklar artıyor. Anne baba ve çocuklar arasında da şaşılacak derecede onur krizleri yaşanabiliyor. Çocuk anne babasını hiçe sayarak bir hayat yaşamayı tercih ediyor. Anne-baba tüm varlığını onların geleceğine adamış iken çocuk bir kalemde onları çizebiliyor. Çocuk diğerini tercih ettiği halde anne-baba çocuğunu çizemiyor. Karşılıklı yaşanabilen bu “onurun ayaklar altına alınmasına” tahammül etmenin çeşitli yönleri olabilir. Anne-baba çocuğumu atamam diyor. Çocuk anne-babadan öğrendikleri ile böyle hareket ediyor olabilir. Öyle ya da böyle zamanımızda bir onur krizi olduğunu düşünüyorum. Sanırım insanlar bu durumdan memnun olmasa da böyle yaşamak gerektiğini kabullenmiş gibi görünüyorlar.